Onur Ünlü’nün enerji sektöründeki iz bırakan hikayesi
1979 yılının Mayıs ayında, babasının askerlik görevini yaptığı dönemde Diyarbakır’da dünyaya geldi ESCON Enerji CEO’su Onur Ünlü… O dönemde Onur Ünlü’yü kamu bankasında yöneticilik yapan annesi ve askerlik görevini yapan mühendis babası, anneanne ve dedesinin yanına Tunceli’ye götürdüler. Kamu bankasında müdürlük görevi yapan dedesi, muhalif görüşleri ve dik duruşu nedeni ile sürekli şehir değiştirmek zorunda kalıyordu. Bu nedenle kısa süre sonra İstanbul’a taşındılar. Babasının askerlik görevi bittikten sonra da kamuda çalıştıkları için Ankara’ya döndüler. Onlar için zor bir dönem de bu şekilde başlamış oldu. O dönemde hem kısıtlı imkanlar hem de bakıcılık konusunun yaygın olmaması nedeni ile ikisi de çalıştıkları için Onur Ünlü, İstanbul’da anneannesinde kalırken, onlar Ankara’da hafta içleri çalışıp, Cuma mesai sonrası otobüse atlayıp, İstanbul’a gelip onu görüyorlar ve pazar akşam yine otobüs ile Ankara’ya dönüyorlardı. Bu zor dönem, babasının özel sektöre geçişi ve annesinin de tayini neticesinde İstanbul’a taşınmaları ile son buldu. Çalışan anne ve baba nedeni ile Onur Ünlü’nün okul serüveni de 4 yaşında anaokulu ile başladı. İlkokula kadar geçen bu süreç ise kendi başına mücadele etmesine ve başarma hırsını kazanmasına neden oldu. Bu hırsı dışa vuran biri olmamasına rağmen içinde yoğun yaşıyordu. Bugün bile mesaiye bir nedenle geç başlasa ya da erken bitirse, okulu kırmış gibi bir suçluluk duygusu ile baş etmesi gerekiyor.
Spor ile ilkokulda tanıştı
İlkokula başladığı yıl, erkek kardeşi dünyaya geldi. Tek torununu çok seven ve ona yarı babalık eden dedesini kaybedeli 1 yıl olmuştu. O yılları şöyle özetliyor Onur Ünlü: “Aramızda 7 yaş vardı ve ben ilk günden ağabey oldum. Sorumluluk sahibi olduğum için de bana atfedilen bu rolü çok sevdim. İlkokulu devlet okulunda okudum. İstanbul’un iyi bir semtinde olmamıza rağmen dönemin imkanları dahilinde 60 kişilik sınıfta keyifli bir öğrencilik hayatım oldu. Her ne kadar sınıfın en önde gelen öğrencilerinden biri olsam da çok çalıştığımı söyleyemem. Dersi derste dinler ve anlamaya gayret ederdim. Teneffüslerde de kan ter içerisinde kalana kadar koşturur, arkadaşlarımla oyun oynardım. Akşam ödevler ise genelde benim için işkence gibi olurdu. Ancak dersi derste dinlemem ve sınavlar öncesi çalışmalarım sayesinde hep takdirle geçtim. Hayatıma, her dalını çok sevdiğim spor da bu dönemde girdi. Anne ve babam çalıştığı için yazları yaz okuluna gidiyordum. Önce basketbol ile başladım. 2 sene sonunda takım seçmelerinde seçilemeyince, kimseye sormadan, üzgün bir şekilde spor kulübü yetkilileri ile konuşup tenise geçmek istedim. Kulüp yetkililerinin annemi arayıp, durumu anlattıktan sonra annemin işten yanıma geldiği anı hala dün gibi hatırlıyorum. Sabah basketbola gönderdiği 8 yaşındaki oğlu tenise geçme kararı almış kendi kendine. Şaşkındı ama bunu cidden istediğimi görünce her zaman olduğu gibi tam destek verdi. İlkokul bitene kadar kışın okul zamanı ezilmiş teneke kutusu ile bahçede futbol, yaz aylarında ise tenis devam etti. Hırslı olmama rağmen dışa yansıtmaz ve rahat görünürdüm. İlkokul bitiminde ortaöğrenime geçiş sınavlarına hazırlandığım dönemde hafta sonları dershane hayatıma girdi. Deneme sınavları sonrasında aileleri çocuklarını alırken genelde tek merak edilen sınavın nasıl geçtiği idi. Diğer çocuklar hala o sınav heyecanlarını yaşayarak ailelerine anlatırken ben genelde öğlen ne yemek istediğimi söylerdim. Herhâlde tüm eğitim hayatım boyunca sınavın nasıl geçti sorusuna verdiğim tek cevap “İyi” oldu. Ne çok iyi, ne de kötü…”
Ortaokulda yeni spor dalları hayatına girdi
Ortaokul yıllarına ise şu cümlelerle ışık tuttu Onur Ünlü: “Ortaöğrenime geçiş sınavlarında, futbolda en sevdiğim ülkenin İtalya olması nedeni ile İtalyan Lisesi’nde okumayı çok istememe rağmen okulun konumu ve İtalyanca’nın yaygın kullanılan bir dil olmaması nedeni ile ailem bu fikrimi desteklemedi. İngilizce eğitim veren bir kolej tercih ettiler. Önce hazırlık sonra ortaokul derken, her geçen gün analitik düşünmeye yatkınlığım ve matematiğe olan sevgim artıyordu. Benim için dersler bir mantığa oturduğu zaman anlam buluyor ve başarılı oluyordum. En önemli özelliğim öğretmenlerim ile kurduğum diyalogdu. Başarılı bir öğrenci olmama ve takdirle geçmeme rağmen, biraz hırs biraz da alışkanlık ile ders notları verilmeden önce tüm öğretmenlerim ile bire bir görüşür onları notumu yükseltmeleri için ikna etmeye çalışırdım. Tüm arkadaşlarım bu yaptığıma kızıyor olsalar da bu pazarlık benim çok hoşuma giderdi, keyif alırdım ve çoğunlukla da başarılı olurdum. Eğitim hayatımda beni en motive eden anların başında da her dönem yapılan öğretmen-veli görüşmeleri gelirdi. Babam iş yoğunluğu ve seyahatleri nedeni ile pek gelemezdi. Annem bütün öğretmenlerim ile görüşür ve her seferinde akşam yemeğinde, “Cafer, bir kere olsun işini ayarlayıp gelmeni ve duyduğum övgüleri senin de duyup gururlanmanı istiyorum” derdi. Bu cümleyi duymanın bana verdiği haz ve gurur inanılmazdı. Ortaokul ile beraber hayatıma futbol ve kayak girdi. Futbola olan ilgim her geçen gün artıyor ve çok sevdiğim Beşiktaş aşkım her geçen gün katlanıyordu. Bir yandan büyüyen yaşım ile birlikte maçlara gitmeye başlamam, öte yandan okul takımına girmem ile futbol ayrı bir tutku haline geldi. Kışın ise sömestr tatillerinde gittiğimiz Bolu Gerede’de kayak yapmaya başladım. Kayak hala daha aktif olarak hayatımda. Bembeyaz karla kaplı dağlarda, sessizlik ve dinginlik içerisinde kayak yapmak, beynimi boşaltabildiğim ve huzur bulabildiğim tek hobim diyebilirim. Kayak yapmayı o kadar çok seviyorum ki, eşime ve oğluma da -hem de daha 4 yaşında iken- kayak yapmayı öğrettim. Oğlumun, milli sporu kayak olan Avusturya kökenli bir koleje gitmesi ile beraber kayak aile hobimiz haline geldi ve artık yaz tatillerinden daha çok kış tatili yapıyoruz diyebilirim.”
Çocukluk yıllarından itibaren mühendis olmak istiyordu
Onun okuduğu dönemde lisede kredili sistem başlamıştı. Kredili sistem ile ana dersler dışındaki birçok dersi kendiniz seçip başarılı olursanız, 2 buçuk senede liseden mezun olabiliyordunuz. Ayrıca üniversite sınavında hedeflediğiniz branşa göre bölüm seçme şansınız vardı. Bu durum Onur Ünlü için inanılmaz bir fırsattı. Neden öyle olduğunu ise şöyle aktardı: “Analitik düşünme, problem çözme ve matematik sevgim nedeniyle bölüm seçmem de çok kolaydı. Daha 4 yaşında, “Büyüyünce ne olacaksın” sorusuna, “Vana mühendisi” cevabını veren benim için tabii ki tek bölüm matematik-fen idi. Sevdiğim dersleri seçebiliyor ve sadece bu derslerden başarıyla geçerek mezun olabiliyordum. Lisenin son iki sınıfında üniversite sınavına hazırlanmak için özel bir dershaneye başladım. Aldığım hazırlık sınavı sonuçları ile gerçek sınavda derece beklenen öğrencilerin seçildiği özel sınıfta eğitim almaya başladım. Matematik ve özellikle geometri benim için oyun gibiydi. Saatlerce sıkılmadan soru çözebiliyordum. Bir öğretmenimin dediği gibi geometri ‘görme sanatı’ydı. Kalem bile oynatmadan gözümün önünde geometrik şekiller oluşuyor, doğru sonuca hızlıca gidebiliyordum. Benim üniversite sınavına girdiğim sene üniversiteye geçiş sınavları 2 aşamalıydı. Önce ÖSS sonra ÖYS sınavlarını geçmeniz gerekiyordu. ÖSS’de beklenen şekilde derece yapmam benim için pek iyi olmadı. Bu iş beklediğimden de kolaymış düşüncesi ile çalışma disiplinimi kaybettim. ÖYS sınavı gelip çatmıştı. Son akşam artık üniversite ve bölüm tercihlerimi tamamlamam gerekiyordu. Hakkım olan 18 tercihten sadece ikisini doldurdum. İlk tercihim, ailemin ayrı kalacağımız için sıcak bakmadığı ODTÜ, ikinci tercihim ise İTÜ idi. İkisinde de yazdığım bölüm de kendimi bildim bileli istediğim makine mühendisliğiydi. O gece yatmadan önce annem ve babamın büyük ısrarı ile son bir tercih yazdım. Ne olur ne olmaz demişlerdi, belki de beni iyi gözlemlediklerinden açıkta kalmamı istemiyorlardı. Sınavım iyi geçti. Matematik ve fizik her zamanki gibi eksiksiz ve hatasızdı. Ancak biyoloji ve Türkçe, yıllardır ezber derslere olan eksikliğimi yüzüme vurdu. O sene üniversite sınavlarındaki katsayıların değişmesi ile birlikte hayatımdaki ilk ve en büyük hüsranı yaşadım. Sınav sonuçlarının açıklandığı gazeteyi sabahın 6’sında açtığımda numaramın yanında yazan üniversite kodunun son dakikada emniyet için yazdığım tercih olduğunu görünce büyük hüsrana uğrayıp, üniversite kazanmanın sevincini yaşamadan saatlerce ağladım. O an hüsran olarak gördüğüm, bugün iyi ki dediğim sonuç Yıldız Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği idi.”
Üniversitede ısı-proses anabilim dalını seçti
Her ne kadar üniversiteye başladığında amacı çok çalışıp yatay geçiş yapmak olsa da üniversitesini çok sevdi ve devam etti. Hem hayalini kurduğu bölümde okuyor hem okulunu seviyor hem de en keyif aldığı kayak sporunda okul takımında yarışıyordu. Kurduğu ve bugün hala devam eden dostlukların temeli de o sıralarda atıldı. Onur Ünlü o yıllara ait önemli dönemeçleri şu cümlelerle anlattı: “Isı-proses anabilim dalını seçtiğim zaman tüm hocalarımın, sektörün duayeni ve buhar profesörü olarak adlandırılan babam Cafer Ünlü’nün dostu olduğunu bilmiyordum. Bileğimin hakkıyla kendi yeteneklerimle başarma hissimin ne kadar güçlü olduğunu da o dönemde fark ettim. Dersime giren her hocama Cafer Ünlü’nün oğlu olduğumu dönem sonunda söyledim. Böylece hem onlarla daha yakın tanışıp, dost oldum hem de notlarımda bana bir ‘kıyak’ yapılmasının önüne geçtim. Bugün hala benimle ya da babam ile karşılaştıklarında bu durumu anlatıp, şaşkınlıklarını ifade ederler. Isı-proses bölümü zordu, okulun en yüksek ortalamalı 30 öğrencisini kabul ediyorlardı. Prof. Dr. Doğan Özgür’ün kurduğu Alman disiplini ile eğitim alıyorduk. Herkes termodinamik ya da akışkanlar mekaniği dersleri ile boğuşurken biz ileri termodinamik ve ileri akışkanlar mekaniği görüyorduk. Ancak prosesleri öğrenmek ayrı bir heyecan uyandırıyordu bende. Hangi ürün nasıl süreçlerle üretiliyor, nelere dikkat edilmesi gerekiyor, ne yapılırsa daha iyi sonuç alınıyor konuları eğitimime anlam ve heyecan katıyordu. Aslında bugün kendi alanımızda prosese müdahale edebilen tek firma olmamızın temelleri de o sıralarda atılıyordu.”
Üniversitenin ardından University of Warwick’te yüksek lisans yaptı
Üniversite sonrasındaki süreci ise şöyle anlattı Onur Ünlü: “Teknik bilgisi kuvvetli bir mühendis olduğumun farkındaydım ancak iş hayatına atılmadan önce işletme yönetimi üzerine yüksek lisans yapmamın faydalı olacağını düşünüyordum. Yaptığım uzun araştırmalar neticesinde İngiltere’nin en önemli üniversitelerinden biri olan University of Warwick’te Engineering Business Management yüksek lisansına kabul aldım. İngiltere’yi tercih etmemin bir nedeni İngilizcemin gelişmesi iken diğer nedeni yüksek lisans programının tam 1 sene sürmesi idi. İngiltere benim gelişimimde çok önemli bir dönüm noktası idi. Kendi başıma yaşama, tüm ihtiyaçlarımı belirli bir bütçe çerçevesinde karşılama ve eş zamanlı eğitimimi başarılı bir şekilde devam ettirmeye çalışırken diğer taraftan hiç alışık olmadığım bir sistemde ve hiç aşina olmadığım işletme konularında eğitim görmeye başladım. Okumayı çok sevmeyen ben, yüzlerce kitap, makale ve rapor okudum. Uluslararası öğrencilerle dostluklar kurup, farklı kültürleri tanıma fırsatı yakaladım. Küresel pazarların liderlerinden dersler alarak, daha geniş açı ile konuları anlamaya ve yorumlamaya başladım. İngiltere benim perspektif, empati ve problem çözme yeteneklerimi çok geliştirdi. Babamın tabiri ile çoğu mühendis gibi iki satır dilekçe yazamayan ben, kitap yazıyordum. İngiltere’de derslerimize giren çok uluslu dev şirketlerin yöneticilerini rol model alarak, kariyer planlaması yapmaya da başladım. Kararım kesindi. Yurt dışında, tercihen İngiltere’de yaşayacak ve yönetim danışmanlığı yapacaktım. Saygın bir üniversitede okumanın avantajı ile büyük şirketler ayağımıza geliyordu. Ancak maalesef Türk olmam nedeni ile bir işe girebilmem için zorlu bir izin süreci vardı ve şirketler çok buna yanaşmıyordu. Sadece Anderson şirketi Çek Cumhuriyeti’nde bir pozisyon önerdi, onu da ben farklı bir ülke olması nedeni ile istemedim ve mezuniyetin ardından Türkiye’ye döndüm.”
Profesyonel iş hayatına Üniversal Kazan ile adım attı
Profesyonel iş hayatına nasıl adım attığını ise şu cümlelerle özetledi: “Bir akşam babam geldi ve yakın dostu olan Metin Bilgiç’in endüstriyel kazanlar üreten Üniversal Kazan firmasında çalışmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Metin Bey, babama benim gibi eğitim almış bir mühendis aradığını ve bu konuyla ilgilenip ilgilenmeyeceğimi sormuş. Babam, bu kararı benim vereceğimi ama isteğini ileteceğini söylemiş. Bir görüşelim dedim. Görüşmeye gittim ve yarım saat içerisinde profesyonel iş hayatımın başladığı kararı verdim. Maaş dahi konuşmadan, sadece iş tecrübesi edinebilme amacı ile üstelik babamın yönetici ortağı olduğu bir şirketi olmasına rağmen kendi ayaklarım üzerinde durabilmek için satış mühendisi olarak çalışmaya başladım. Metin Bey’in bir hayali vardı. Benim, başta satış ağı ve organizasyonu olmak üzere iş süreçlerini analiz etmemi ve değiştirmemi istiyordu. Daha hiçbir iş tecrübesi olmayan birinden böyle büyük bir beklenti içinde bulunmak garip gelse de beni heyecanlandırdı. 2 ay süren şirket içi eğitimi, 4 aylık tüm Türkiye’yi kapsayan seyahat ve analiz dönemi takip etti. Yazdığım rapordan o kadar etkilenmiş ki babamı arayarak övgü dolu sözlerle teşekkür etmişti. Üniversal Kazan firmasında çalıştığım 2 yıl boyunca hiç maaş konuşmadım. Beraber okuduğum arkadaşlarımın aldığı maaşların üçte birini almama, ayın 3 haftası şehir dışı seyahat etmeme rağmen hem fabrikalara ve iş hayatına dair inanılmaz çok şey öğreniyordum hem de Metin Bey’in cesur kararları ile hızlı terfi ediyordum. İkinci senenin sonunda satış müdürü olmuştum ve devam edersem genel müdür olmamı istediğini söylemişti. Ancak 2 sene boyunca verilen yetki ile şirketin özellikle satış ağı ve süreçlerini değiştirmenin ve başarılı olmanın hevesiyle daha köklü değişiklikleri içeren planı sunduğum zaman Metin Bey kabul etmedi. O her ne kadar konusuna hakim bir mühendis, yılmayan bir girişimci ve genç bir mühendisi yetkilendirecek kadar yürekli olsa da 40 senelik şirketinin köklü bir değişikliğe gitmesini istemiyordu. Bu toplantımızın ardından, belki de gençliğin verdiği hırs ile askerlik görevimi yerine getirmek için şirketten ayrıldım. Ayrılırken, geri döndüğümde başka bir işe başlamadan önce gelip görüşeceğimin sözünü istedi ve aldı.”
2004 yılında ESCON Enerji’yi kurdu
Dünyada yükselen trendlerin enerji verimliliği ve çevre duyarlılığı olduğunu fark etti. Özellikle enerji verimliliği sektörünün en önemli oyuncularının, enerji verimliliği finansmanının en yaratıcı çözümü olan enerji performans sözleşmelerini sunan enerji hizmet şirketleri olduğunu gördü. Bekar olması, ailesi ile yaşadığı için giderlerinin az olması ve gençlik enerjisiyle bu alanda girişimcilik yapmaya karar verdi. Daha Türkiye’de enerji verimliliği konusu gündemde bile değilken, Türkiye’nin ilk enerji hizmet şirketi (ESCO) olan ESCON Enerji’yi 2004 yılında kurdu. Disiplinli bir şekilde çalışabilmek için de ilk ofisini bir iş merkezinin çatı katında tuttu. 60 metrekarelik bir ofisteydi ve tek çalışandı ancak hayalleri çok büyüktü.
İlk enerji verimliliği anlaşması Novartis ile gerçekleşti
Yola çıkma hedefi de belliydi: Türkiye’nin ilk global enerji hizmet şirketi olabilmek. İlk birkaç ay hem ESCO pazarının gelişmiş olduğu ülkelerde yapılan hizmet ve uygulamaları analiz ediyor hem de Türkiye’de potansiyel müşterisi olabilecek sanayi tesislerini araştırıyordu. İlk tanıtım broşürünün basılmasının ardından endüstriyel işletmeleri ziyaret etmeye başladı. Kimsenin enerji verimliliğini direkt konuşmadığı, bununla ilgili bir girişimde bulunmadığı ve işletmelerin karlılıkları nedeni ile maliyetleri pek önemsemediği bir dönemde, konu ile ilgili ilk olan bir şirketin göreceği ilgi kadar ilgi gördü! Şirketinin kurulduğu ilk yıllara ilişkin hatırladıklarını bizlerle şu cümlelerle paylaştı: “Nezaketen anlattıklarımızı dinleyen, değerlendiren ancak sonuca ulaşmayan görüşmeler ve ziyaretler devam etti. Bu arada zaman geçiyor ve şirketin nakit akışının güçlenmesine ihtiyaç artıyordu. O dönemde tüm enerji hizmet şirketleri gibi sahada ölçüm ve analizler yapacağımız için en çok araştırdığımız konu portatif ölçüm aletleri idi. Şirketin nakit akışının oluşması ve enerji verimliliği projeleri hayata geçene kadar idamesi için Bacharach baca gazı analiz cihazlarının ve Milwaukee portatif analizörlerinin temsilciliğini aldık. En azından müşterilerimizi bir şeyleri ölçmeye yönlendirmeye başladığımız için bu ekipmanların satışından kaynak yaratıyor ve asıl amacımız olan enerji verimliliği projeleri hayata geçene kadar finansman sağlıyorduk. Bu süreç çok uzamadan, küresel pazarın en önemli oyuncularından olan uluslararası bir ilaç firması bizimle iletişime geçti. Onlara ziyaret gerçekleştireli 1 ay olmuştu. Herkes gibi dinleyip teşekkür etmişlerdi. Telefon açan teknik müdür bizi tekrar davet ediyordu. Bu bizim için de ilk defa oluyordu. Görüşmeye gittiğimizde, yurt dışındaki merkezin, “Fabrikaların enerji verimliliği konusunda kiminle çalışıyorsunuz” sorusunu sormasının ardından bu iletişimin kurulduğunu öğrendik. Bu şekilde 2005 yılında ilk enerji verimliliği hizmet anlaşmamızı Novartis ile gerçekleştirmiş olduk.”
Gece gündüz çalışan bir avuç mühendis!
İlk anlaşmanın ardından süreç ilerledi, Onur Ünlü o döneme ilişkin bilgilendirmelerini şöyle devam ettirdi: “Enerji hizmet şirketleri bu konuda sadece hizmet veren şirketler değil enerji verimliliği projelerini performans garantili ve anahtar teslim hayata geçirebilen ve hatta bu projelerin finansmanını sağlayan şirketlerdir. Dolayısı ile ilk hizmet sözleşmemizi imzalamış olmamıza rağmen bu bizim için büyük bir anlam ifade etmiyordu. Performans garantili uygulama yapmak hatta becerebilirsek projenin finansmanını sağlamak istiyorduk. Yurt dışında artan enerji maliyetlerini azaltma ve çevre duyarlılığı bilinci ile yabancı şirketlerle birer birer anlaşma imzalamaya başladık. Alanımızda tek olmanın avantajını kullanıyorduk ancak öte yandan yapacağımız en ufak hatanın bir sektörün doğmadan bitmesine yol açabileceğinin de bilincindeydik. Dolayısıyla bir avuç uzman mühendisten oluşan şirketimiz gecesini gündüzüne katarak müşterilerine en kaliteli hizmeti vermek için fedakarlıkla çalışıyordu. Çalışmalarımız artmaya başladıkça görüşme yaptığımız potansiyel müşteriler de bizi daha dikkatli dinliyordu. 2006 yılında uluslararası bir gıda ve bir kimya fabrikası ile atık ısı geri kazanım (ekonomizer) anlaşması imzalamamız ile 2 yıllık yoğun uğraşlarımız meyvelerini vermeye başlamıştı. Artık başarı ile performans garantili anahtar teslim projelere imza atabiliyorduk.”
2008 yılı onun için dönüm noktasıydı
Onur Ünlü şöyle devam etti: “2008 yılı çok istediğim şeylerin olduğu, benim hayatımdaki en önemli dönüm noktalarından biriydi. Önce ilk uluslararası danışmanlık projemizde koordinatörlük görevini üstlendik. Hollanda ve Türk hükümetleri arasında ikili iş birliği projesi olan “Türk Sanayi Sektöründe Gönüllü Anlaşmalar Yoluyla Enerji Verimliliğinin Artırılması Projesi”ni yönetmeye başladık. İlerleyen yıllarda başarı ile yapacağımız onlarca uluslararası danışmanlık projelerinin ilk adımı atılmış oldu. Yıllar içerisinde EBRD, Dünya Bankası, KfW, Unido ve UNDP gibi kuruluşların projelerini başarı ile yöneterek, kamu kurumları ve bakanlıklara çok çeşitli hizmetler verdik. Dediğim gibi 2008 hızlı başlamıştı ve devamında 4 yaşındaki şirketim ilk yetkilendirilen EVD şirketlerinden biri oldu. Arkasından 4 yıldır hayali ile yanıp tutuştuğumuz, şirketi kurma amacımız olan ilk enerji performans sözleşmesine imza attık ve bir tekstil fabrikasındaki atık ısı geri kazanım projesini, performans garantili ve finansmanı bizim tarafımızdan sağlanarak hayata geçirdik. Sonrasında ise özel hayatımda cesaretimi toplayıp, 2 yıl önce ortak arkadaşlarımız vesilesi ile tanıştığım İrem’e evlenme teklif ettim. O da beni çok seviyormuş ki teklifimi kabul etti. Bir tarafta iş hayatımda verdiğimiz emekler meyvelerini vermeye başlamış öte yanda kendi ailemi kurmanın ilk adımını atmıştım. İrem ile hayatımızı birleştirmek, yeni bir ev, yeni bir çekirdek aile kurmak ayrı bir keyif ve heyecandı. 2008 bitip, 2009 yılına girerken yepyeni biri olmuştum.”
Değişen oyunlar, ilk uluslararası projeler
Artık daha emin adımlarla ilerlediklerini söyleyen Onur Ünlü, hikayesini şöyle devam ettirdi: “Yardımcı işletmeler dışında enerji verimliliğini artırmak için proseslere müdahale edebilmemiz ise en büyük fark yaratan özelliğimiz idi. Artan özgüvenimiz ve ekibimizin gerçekleştirdiği projelerin kalitesi ile Türkiye’de faaliyet gösteren uluslararası şirketler, yurt dışındaki kardeş şirketlerine bizi önermeye başladı. İlk uluslararası projemizi İsrail’deki Strauss Fritolay şirketinde gerçekleştirdik. Hemen arkasından Rusya’da Lebendyanski meyve suyu fabrikası, Kashira Fritolay fabrikası ve Domodedovo Pepsi fabrikalarında projeler yaptık. Aynı yıl Ürdün’deki Coca-Cola fabrikasında yaptığımız enerji verimliliği projesi ile bir yıl içerisinde 5 uluslararası projeyi tamamladık. Bu projeler gurur ve keyif verici olsa da Türkiye pazarı beklediğimiz hızda gelişmiyordu. Enerjisinin yüzde 75’ini ithal eden, toplam enerji tüketiminin 1/3’ünü sanayi sektöründe harcayan ve o dönemde sanayi sektöründe ortalama yüzde 40 enerji tasarruf potansiyeli bulunan Türkiye’de büyük ölçekli veya yabancı şirketler dışında bu konuya gereken önem verilmiyordu. Enerji birim fiyatlarında devlet politikası ile yapılan sübvansiyonlar da bu işin gelişmesine engel oluyordu. Ancak yeni oluşan pazarda öncü ve lider şirket olmanın getirdiği sorumlulukları da unutmamamız gerekiyordu. Kıta fark etmeksizin uluslararası eğitim ve etkinliklere katılıyor hem gelişmiş pazarlardaki trendleri takip ediyor hem küresel ölçekte geçerli sertifikalarımızı tamamlıyor hem de çözümlerimizde kullanabileceğimiz, konusunun en iyisi ürünleri bulup, temsilciliğini almaya çalışıyorduk. Tam bu dönemde, Hollanda’da gerçekleştirilen Powergen Fuarı’nda güç sistemleri üzerine görüşme gerçekleştirdiğimiz Japon dostlarımızdan bir telefon geldi. Arayan ve görüşme talep eden Mitsubishi Heavy Industries firmasının yüksek verimli santrifüj soğutma grupları satış müdürü idi. ESCON’un, temsilcileri olmasını istiyorlardı. Neden biz diye sorduğumda, Türkiye’de görüştükleri ve temsilcileri olmak isteyen tüm firmaların fiyata odaklandığı, bizim ise hiç fiyat konuşmadığımızı, performansı sorgulayıp, taahhüt istememizin kendileri için çok değerli olduğu söylediler. Bu kararı vermek zordu çünkü çok güçlü rakipleri Türkiye’de yıllardır pazarı paylaşıyordu ve hatta projelerimizde biz de onların ürünlerini kullanıyorduk. Bir anda hem bu dev şirketlerle rekabet hem de onları karşınıza almak kolay değildi. Bunun üzerine büyük ticari kararları almadan önce görüş ve icazetlerini aldığım iki kişi ile akşam yemeği yedim. Bu kişilerden biri babam Cafer Ünlü diğeri ise geçtiğimiz günlerde, ansızın kaybettiğimiz iklimlendirme sektörünün duayeni, dokunduğu her insanda iz bırakabilen sivil toplum sevdalısı Metin Duruk idi. O akşam yediğimiz yemek, ESCON’un sınıf atlamasını sağladı.”
Cesur kararlar aldı ve STK çalışmalarında rol aldı
2011 yılında da 2008’de olduğu gibi güzel gelişmeler üst üste geldi Onur Ünlü için… O gelişmeleri şöyle aktardı: “Benim için en değerli gelişme oldu ve baba oldum. Aşk ile yaptığım işim Türkiye’nin cari açığının azalmasına, ülkenin ekonomik olarak gelişmesine kaldıraç etkisi yapan bir sektörün doğması ve gelişmesine hizmet ediyordu. Oğlumun gelecekte gelişmiş ülkeler seviyesinde bir ülkede yaşayabilmesi için daha çok çalışmam gerektiğinin sorumluluğa da omuzlarımdaydı. Eşimin büyük desteği ile daha cesur kararlar almaya başladım. Şirketi büyütmek, gençleri eğiterek meslek sahibi yapmak, sosyal sorumluluk projelerinde olabildiğince çok rol almak, rakiplerle bile bilgi paylaşarak pazarın büyümesine katkı koymak ve sivil toplum kuruluşlarında aktif görev almak bu kararların en önemlileri idi. 2010 yılında kurulurken, kurucuları arasında yer almam istenen ancak o dönemde kuruluş yapısını uygun bulmadığım, sektörümüzün tek kapsayıcı derneği EYODER’den üye olmam ve yönetim kurulunda başkan yardımcısı olarak çalışmam konusunda 2017 yılında davet aldım. Dernek yapısının değişeceği ve yurt dışındaki örnekleri gibi olacağı vaadi ile yapılan bu teklifi kabul ettim ve aktif STK hayatım başlamış oldu. Bir işi yapmayı kabul etmeden önce iki kere düşünürüm ama kabul ettiysem en iyisini yapmak için elimden gelenin fazlasını vermeye çalışırım. Yeni oluşan yönetim kurulu güzel bir sinerji ve ortak akıl ile çok emek sarf etti ve değişimi başlattı. Artık sadece sektörde yer alan bir avuç şirket değildik. Enerji Yönetimi ve Verimliliği Derneği’de aktif rol alıyor, farkındalık projeleri ve politika önerileri ile enerji verimliliğinin tüm ülkede gereken değeri görmesini sağlıyorduk. Güzel şeyler üst üste gelmeliydi. 2021 yılında da öyle oldu. ESCON’un kurulduğu gün koyduğumuz, “Türkiye’nin ilk global ESCO’su” vizyonunu hayata geçirmek için Dubai ve Singapur operasyonlarımız başladı. Yurt dışındaki ilk enerji performans sözleşmesi projemiz için Ukrayna Mykolaiv’deki Lactalis firması ile sözleşme imzaladık. Dernek yönetim kurulundaki yol arkadaşlarımın baskısı ile aday oldum ve tek aday olarak EYODER Yönetim Kurulu Başkanı seçildim. Ticari görüşlerine çok önem verdiğim, yalıtım sektörünün önde gelen şirketi ODE Yalıtım ve TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı olan, o dönemde TÜRKONFED’in başında olan, enerji verimliliği sevdalısı Orhan Turan’ın daveti ile TÜRKONFED yönetim kuruluna girdim. “Ülkesinin sorunlarını dert edinmiş iş insanları”nın oluşturduğu Türkiye’nin en büyük ve bağımsız iş dünyası sivil toplum kuruluşu olan TÜRKONFED, ülkemizin gelişmesinde kaldıraç etkisi yapacağını düşündüğü dijital, yeşil ve toplumsal dönüşüme odaklı çalışmalar yürütüyor. Başkanlığını üstlendiğim Yeşil Dönüşüm Komisyonu da başta KOBİ’ler olmak üzere Türkiye’nin hızlı yeşil dönüşüm sürecini tamamlaması için tüm gücüyle çalışmalarına devam ediyor.”