İklimlendirme sektörü denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan S. Zeki Poyraz ile geçmişe yolculuğa ne dersiniz?

İklimlendirme sektörü denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan S. Zeki Poyraz ile geçmişe yolculuğa ne dersiniz?

 

1962 Ankara’da, dört erkek kardeşin ikincisi olarak dünyaya geldi S.Zeki Poyraz…  Ailesi aslen Kayseri Gesi Bağları’ndan… Mutlu ve kalabalık bir ailede huzurlu bir çocukluk geçirdi. Birbirine bağlı, değerleri önemseyen bir ailenin içinde güzel anılarla dolu yılları oldu. S.Zeki Poyraz, o zamanda şimdiki gibi haksızlığa tahammül edemeyen, her daim ciddi bir çocuktu. Örneğin; yaşıtları gibi okuldan kaçmak vb. olaylara hiç kalkışmadı. Yapmaya yeltense de başaramadan yakalandı.

 

Çocukken oyuncakları parçalarına ayırıp, birleştirmekten büyük keyif alırdı

Ankara’nın en iyi ilkokullarından biri olan Çankaya İlkokulu’nda eğitim hayatına adım attı. S.Zeki Poyraz, o yıllara şu sözlerle fener tutuyor: “Okulda din derslerini öğretmen bana verdirirdi. Bu yüzden bana, arkadaşlar arasında ‘imam’ denilir idi. O yaşlarda defalarca okuduğum, sayfa sayfa ezberlediğim bugünüme en çok katkısı olan kitap “Nasıl Çalışır?” serisiydi. Mesleki hayatımda büyük rolü olduğunu söyleyebilirim. Babamın aldığı oyuncakların ömrü ise sadece 24 saatti. Çok oynamadan içini açar ve nasıl çalıştığına bakardım. Her bir parçasını ayırmak ve sonra tüm parçaları birleştirmekten büyük keyif alırdım. Bu arada tüm eğitim hayatım boyunca bir taraftan okurken diğer taraftan çalışmaya devam ettiğimin altını özellikle çizmek istiyorum. Hatta ilkokul dördüncü sınıftayken bir gün, babam beni inşaat malzemeleri satan bir çarşıya göndererek bir bağ inşaat teli almamı istemiş, elime de o gün için yüklü bir para vermişti. Alacağım tel benden daha ağır olduğu için dolmuş durağına dek yuvarlayarak getirdiğimi hatırlıyorum. O gün bu olaya şahit olan arkadaşı babama “Çocuğa çok para verdin, ya kaybederse?” demiş. Babam da “Bir defa kaybeder!” demiş.”

Güven dolu, olgun ve tecrübeyle dolu bir ortamda yetişti

 

Babaları onlara kasalarındaki tüm sermayeyi devrettiğinde, S.Zeki Poyraz 22, abisi ise 25 yaşında idi. Birkaç kez babasına “Bu işi nasıl yapalım?” minvalinde sorular sordular. Sonunda dedi ki: ”Beni öldü farz edin ve bildiğiniz gibi yapın.” Babalarının onlara duyduğu güvenin temelini şöyle açıklıyor S.Zeki Poyraz, “Her anne-babanın ideali çocuklarını kendi ayakları üstünde durabilen birer birey olarak yetiştirmektir. Çocuğun kendi davranışlarının sorumluluğunu alması, zaman içerisinde oluşabilecek bir durumdur. Bu sorumluluk bilinci oluşumunda ise en büyük rol, anne-babadadır. Babam bu ve benzeri değerler edinmemiz için çok uğraştı. Küçük yaşlarda başlayan bu sorumluluk duygusu, hem kendimize güven duymamıza katkıda bulundu hem de otokontrol gelişimimizi destekleyerek ilerleyen süreçlerde sosyal yaşama adaptasyonumuz için olumlu katkı sağladı. Aynı bilinçle kendi çocuklarımız için çaba sarf edebiliyorsak, ne mutlu bize. Babam ayrıca ileri görüşlü bir insandı. Tüm ulusal ve uluslararası seyahatlerinde bizi de yanına alırdı. Dolayısıyla babamızın arkadaşları bizim de arkadaşlarımız oldu ve daha olgun, tecrübelerle dolu bir ortamda yetiştik.”

Eğitim hayatı boyunca hem hafta sonları hem de yaz tatillerinde çeşitli esnafların yanında çalıştı

 

İlkokulu bitirdikten sonra Ankara İmam Hatip Lisesi’nde orta ve lise öğrenimini tamamlayan S. Zeki Poyraz, eğitim hayatına ilişkin ayrıntılara şöyle devam ediyor: “Tüm eğitim hayatım boyunca üniversite de dahil olmak üzere hem hafta sonları hem de yaz tatillerini bisiklet satıcısı, elektronik mağazası ve sarraf yanlarında çalışarak geçirdim. Babam müteahhitti. İnşaatlarda büyüdük. Dolayısıyla birçok alanda çalışma fırsatım oldu. Her biri de çok kıymetli deneyimler idi. Çocukken pilotluk hayalim vardı fakat dillere olan hayranlığım ve merakım ağır geldi ve Ankara Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı’nı tercih ettim. Okuldan işe, işten okula olmasına rağmen 4 yılda mezun oldum. Yurtta kalan veya ailesiyle yaşayan, tek sorumluluğu okul olan öğrencilerin hemen hepsi bütünlemeye kalmıştı. Üstelik üniversite ikinci sınıfta evlendim. Erken evlendiğim için her zaman şükrederim; oğlum ve kızım da benim gibi erken evlendi. Hiçbir şeye değişemeyeceğim sevgiyi tattıran torunlarım var. Mutluluğun ve şükrün en güzel tablosu.”

 

Başladığı hiçbir işi yarım bırakmadı, yarım kalacağını düşündüğü işe de başlamadı

 

Askerlik yıllarına ilişkin birkaç bilgiyi daha bizimle paylaşan S. Zeki Poyraz, anlatısına şöyle devam ediyor: “Askerliğimi 1987-88 yılları arasında Ankara Mamak Muharebe Okulu’nda yaptım. Zor bir dönem değildi. Girişimci ruhlu bir gençtim. Er lavabolarının bir kısmı çalışmazdı. Komutana “Çarşı izni verin, ben yaptırayım!” teklifinde bulundum. Malzeme alıp getirdim, tamir ettim. Hem de evimi, çocuklarımı gördüm. Yemekhaneler barakaydı ve yakınlarında tuvalet/abdesthane yoktu. Yine ‘Ben yaptırayım’ dedim. Emrime 1 astsubay, 20 er ve 1 GMC(Cemse kamyon) verildi. İnşası yarım kalmış 200 metrelik bir atış alanı vardı. Bu defa onlar bana, ‘Yapar mısın?’ diye sordular. Bu saydıklarımın hepsi mevcut birer problemdi ancak ne dile getiren ne de çözmek için sorumluluğu yüklenen vardı. Bir gün Albay geldi; “Çavuş ne yapılıyor?” dedi. “Tuvalet ve abdesthane inşa ediyoruz” dedim. “Asker bu iş senin askerliğini de bitirir, benimkini de” dedi. Yani bu işin asla bitmeyeceğini ima etmişti. “Göreceğiz komutanım” dedim. Hepsini de 8 aylık askerlik dönemimde tamamlayarak faal hale gelmesini sağladım. Çok şükür başladığım hiçbir işi yarım bırakmadım. Yarım kalacak işe de iş olsun diye başlamadım.”

Kurucusu olduğu AFS markası, 1991 yılında doğdu

 

Askerlik döneminin ardından başlayan iş hayatına ilişkin sorularımızı da yanıtlayan S. Zeki Poyraz, anılarını şu cümlelerle dile döktü: “Hep üretim yapmak istemiştim. Üniversiteye giderken mekanik tesisat malzemeleri satan bir şirket kurarak kardeşlerimi ve babamı ortak ettim. 1987 yılında Almanya’da ISH Fuarı’nı ziyaret ettim. 1991 yılında ise kurucu ortağı olduğum ve bilfiil çalıştığım AFS markası doğdu. 1995 senesinde bu kez AFS katılımcı olarak ISH Fuarı’ndaydı. Uluslararası fuarlara katılmayı, ziyaret etmeyi, yeni şeyler öğrenip, keşfetmeyi çok önemsiyorum. Rıfat Hisarcıklıoğlu ile ortaklıklarımız oldu. Hatta kendisi o dönemler uçağa binemediği için defalarca kara yolu ile Avrupa ve Ortadoğu’yu dolaşarak çok anı biriktirdik. Bir defasında otoyolda arabanın manifoltunda sucuk pişirdim ve afiyetle yedik. 1983 yılı itibarıyla iklimlendirme sektörü yurtdışından malzeme tedarikine başlamıştı. Zor yıllardı, çünkü ürün de üretim de yoktu. Öyle ki; hidrofor tankını ayrı bir yerde yaptırıyor, pompasını ayrı alıyor sonra farklı bir yerde birleştirme işlemini yaptırıyordum. Zamanla Türkiye’de de birkaç marka üretime başladı. Flexible hava kanalı işine girmemde en etkili mutfak davlumbaz yarı esnek boruları oldu. Türkiye’de üretimi olmadığı için önce yurtdışından geliyordu. Sonra üretmeye başladık.”

 

2005 yılında global bir firma olan S&P ile ortaklığa gidildi ve Türkiye distribütörlüğünü üstlendiler

 

Doğal gaza geçildiği dönemde ise paslanmaz çelik ihtiyacını fark etti ve ona yöneldiler. AFS olarak havalandırma olarak sektörlerinde kendilerini geliştirme kararı aldıklarını belirten S. Zeki Poyraz, iş hayatının ilk yıllarına ilişkin şu ayrıntılara da dikkat çekti: “Tam esnek hava kanallarını ithal etmek yerine üretimine girdik. Zaman içerisinde her türlü esnek hava kanalını ürettik. Bu kadar çeşitli ürün üreten dünyadaki tek firmayız. 2005 yılında da evsel, ticari ve endüstriyel havalandırma konularında global ölçekte öncü bir firma olan S&P ile ortaklığa gittik ve Türkiye distribütörlüğünü üstlendik. Sonrasında 2015 senesinde Türkiye’de üretime başladık. Sosyal sorumluluklardan hiç kaçmadım. Sektörel dernekler kurarak, sivil toplum kuruluşlarında rol aldım. İklimlendirme Sektör Meclisi ve İSİB’ in kurulmasında aktif rol oynadım ve üst düzey görevler aldım. Fakat hiçbir dernek ya da örgütü kendimin veya şirketimin menfaati için kullanmadım, siyasileştirmedim. Her zaman yenilik arayışında oldum. Ülkem için, ailem için, yarınımız için, gençler için.

 

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi,

Her gün bir yere konmak ne güzel

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş,

Dünle beraber gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”

 

Mevlana, daha o yıllarda bile değişimin önemini ne de güzel vurgulamış bu dizelerle. Dün, elbet kıymetli. Ama sadece dün ile övünmek, yarınımızı daha iyi noktalara taşımak için bir engel teşkil etmemeli; dünden ders alarak her yeni gün, yenilikler düşünmeli; planlamalı ve yeni adımlar atmalıyız. En azından gayret etmeliyiz.”

 

Gençlere en önemli tavsiyesi: Geniş bir iş çevresi edinmeleri ve mümkün oldukça kendilerinden daha iyi, daha olgun insanlarla zaman geçirmeleri

 

Kariyer edinmek konusunda gençlere tavsiyelerde de bulunan S. Zeki Poyraz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kariyerden ziyade doğru zamanda doğru yerde olmaya inanıyorum. Karşınıza bir fırsat çıkar ve size vesile olur. Bu konuda gençlere en önemli tavsiyem: Geniş bir çevre ve özellikle de iş çevresi (networking) edinmeleri ve mümkün oldukça kendilerinden daha iyi, daha olgun insanlarla zaman geçirmeleridir. Özellikle hangi sektörde yol alacaksanız, o sektör içerisinden en iyi isimlerle birarada olmak için çabalamak gerekli. STK’lar ve meslek örgütleri bu anlamda doğru iletişim kanalları olabilir. Ben 30 yaşındayken mesleki dernek kurdum. Hiçbir zaman siyasi bir çevreye girmedim fakat mesleki örgütlerde daima rol aldım ve hala aktifim. Gençler böyle yaparak hem kendi çevrelerini genişletebilir hem de iş yaşamlarındaki gelişmeleri daha olumlu tecrübelerle yönetebilirler. İş yaşamındaki başarı basamaklarını irdelemek gerekirse; doğru iş, doğru hammadde, doğru müşteri sizi siz yapar. Daima iyi tedarikçi, iyi hammadde ve iyi eleman ile çalışılmalı. Kötü malzeme ve işçilik, kötü ürün doğurur. Bildiğiniz işi yapmalı ve profesyonel olmalısınız. Birkaç işi aynı anda yapmak istediğiniz takdirde mutlaka bir şeylerden ödün veriyorsunuz, odağınız kayıyor. Ben çalışma prensibi olarak, çok ciddi ve disiplinliyimdir. İşimi severek yaparım. Her gün sabah erkenden fabrikaya gelir, pazar günleri de dahil olmak üzere çalışırım. Ailem ile kaliteli zaman geçirmeye özen gösteririm. Ama önce işim sonra ailem diyebilirim. Çünkü severek yapıyorum ve geliştirmek, daha iyisini sunabilmek adına yapabileceklerimi araştırıyorum. Teknolojiyi yakından takip ediyorum. Bilinçli tüketiciyi memnun etmenin koşulları değişiyor. Tüm çabam bu değişimin bir parçası olabilmek. Çünkü bir şeyi aynı şekilde yapıp farklı netice beklemek mümkün değil. Bu yüzden arayışımız daimdir. Özellikle personel alımlarında el becerilerini ve kişisel yetkinlikleri önemsiyorum. Örneğin; bazen iş görüşmesinde karşımdakine ampul değiştirip değiştiremeyeceğini dahi sormuşumdur. Türkiye’de insanlar iş hayatında çok duygusal davranışlar sergiliyor. Artık gerçek yetkinliklerle meydanda olmalı, sayısal hedefler ve verilerle konuşabilmeliyiz. Çünkü ölçemediğimiz hiçbir şeyin gelişiminden söz edemeyiz. Fakat kopyacı olmamak, özgün üretmek gerek. Size sürekliliği veren de bu nüans. Aksi takdirde kopyalamak markanıza tasdikname aldırır. Biz AFS olarak, devletten Ar-Ge desteği almadan kendi kalite kontrol laboratuvarımızı 20 sene önce kurduk. Bugün dünyanın saygın laboratuvarlarında gerçekleştirilen testleri kendi bünyemizde gerçekleştirebiliyoruz.”

 

Önümüzdeki dönemde kalitede, hizmette, müşteri memnuniyetinde ve markalaşmada rekabet edebilir düzeye erişilmesi gerektiğini düşünüyor

 

Aradan geçen sürecin ardından yarınlara ilişkin düşünce ve planlarından da söz eden S. Zeki Poyraz, hedeflerine şu sözlerle vurgu yaptı: “Türkiye’ye güveniyor ve yatırımlarımı ülkemde gerçekleştirmeye devam ediyorum. Şirketler bizim için milli değerdir. Patronun dahi elini kolunu sallayarak girip çıkacağı mahaller değildir. Avrupa’da markalar 500 yıllık geçmişiyle övünürken Türkiye’de 1 asrı tamamlamış marka sayısı bir elin beş parmağını geçmiyor. Milli değer olarak nitelendirdiğimiz şirketlerimizin hem çalışan hem de işveren tarafından geliştirilmesi ve korunması çok önemlidir. Yabancı ortaklıklar altyapılarımız hazır olduğu takdirde tavsiyemdir. Ancak muhasebe sistemleri açısından firmalarımızın hazır olduğunu düşünmüyorum. Dünyada büyük bir değişim var. Özellikle pandemi sürecinde bunu daha iyi idrak ettik. Rekabetçiliğe hazırlanmalıyız. Karşımızda sadece ürün veya fiyatta rekabetçilik yok. Kalitede, hizmette, müşteri memnuniyetinde ve markalaşmada rekabet edebilir düzeye erişmeliyiz. Müşteri sadece fiyat avantajı dolayısıyla mal alırsa uzun soluklu ilişkiler söz konusu olmaz. Aslolan kaliteli, yenilikçi işler yapmak, mal ve hizmet sonrası müşteri memnuniyetini sağlamaktır. Yunus Emre bir şiirinde; “Her dem yeniden doğarız/Sizden kim usanası” der. Gerçekten de aradan geçen onca zamana rağmen Yunus Emre şiirleriyle, şiirlerinde verdiği mesajlarla sürekli hatırlanmaktadır. Dolayısıyla her dem taze kalıyor ve unutulmuyor. Bizim de böyle yıllara meydan okumuş, dünyaya mal olmuş markalara, yenilikçi işlere ihtiyacımız var. Bir işveren olarak özellikle genç girişimci arkadaşlarıma tavsiyem kurumsal olmaları, Ar-Ge’ ye ağırlık vermeleri ve ihracat yapmalarıdır. Yani kurumsallaşma sürecini tamamlamış, Ar-Ge destekli, son teknolojiyle donanmış, sürdürülebilir enerji ile çalışan verimli ürünler üreten, en az %70 ihracat yapan firma olmak hedefiniz olsun. Tüm bunları gerçekleştirirken en önemli husus ise zaman. Çünkü bütün dünyada herkese eşit olarak verilmiş tek şey zaman. Kim doğru kullanırsa o kazanır. Varlığımızla da çok kibirlenmemek gerek.  Tevazu, İslam ahlakının gereklerindendir. Bize kusursuzluk atfedilmediğinin şuuruyla alçakgönüllü bir iş ahlakı ve etiğiyle çalışmalıyız. Hz. Yusuf’un yaşadığı hepimize ders olacak niteliktedir. Hz. Yusuf köle pazarına götürüldüğünde yüzünün güzelliğine aldanıp iyi paraya satılacağını umarken hiç alıcısı çıkmamış, ucuza verilmiştir. Yine farklı bir örnek de İstanbul’un benzersiz yapılarından Kapalıçarşı’dır. Bugün yaptığımız 100-200 bin metrekarelik yapılar ile övünürken, Kapalıçarşı 1460 yılında 50.000 m² olarak inşa edilmiştir. Ecdadı unutmamalı ve bu ecdadın torunları olarak benzersiz işler gerçekleştirmek için çabalamalıyız. Kendimizle övünmek yerine yaptığımız işin niteliğiyle övünmeli, ona güvenmeliyiz. İnsanoğlu gelir ve gider fakat prensipler ve bıraktıkları eserler kalıcı olur. Peki bunu ne ile başaracağız? Büyük küçük tüm firmalar Ar-Ge’ ye yatırım yapacak ve zaman ayıracak. Nasıl ki hasta olduğumuzda doktorun en iyisini, hukuki süreçlerimizde avukatın en iyisini arıyorsak, biz de en iyi hizmet veren, en kaliteli malı elinde bulunduran olmalıyız. Keskin bıçak olmak için, çok çekiç yemek gerek. Biz de bu emeği ve çabayı sarf etmeliyiz. Birikim yapabilmeliyiz. Verimli günlerin kazancının bir kısmını zor günlerde kullanmak üzere saklamalıyız. Şunu da ifade etmeliyim ki; kredi ile iş yapmak çok riskli. Yine bir örnek üzerinden gidecek olursak; Hz. Yusuf “Yedi sene bolluk olacak; bollukta har vurup harman savurmayacağız, tasarruf edeceğiz, biriktireceğiz. Sonraki yıllarda gelecek olan kıtlığa hazır olacağız” diyor. Önce birikim yapmak gerek. İnsanlar birikimsiz borca giriyor. Bugün elde bulunan gelirler sonsuza dek sürecek zannediliyor.”

 

Kendine ve geleceğe yatırım yapmanın önemine inanıyor

 

S.Zeki Poyraz, son olarak ‘Başarı için iyi bir eğitim şart mı?’ sorusuna şu sözlerle açıklık getirdi: “Efsane boksör Muhammed Ali diyor ki; “Şampiyonlar salonlardan çıkmaz. Şampiyonlar içlerinde tutku, hayal ve amaç olan insanlardan çıkar.” Asıl başarı; hayal edip onu gerçekleştirmek için tutkuyla, azimle çalışanlarındır. Ben okurken iş hayatının içindeydim ve çokta mutluydum. Samimi olmak gerekirse; üniversiteye gitme sebebim: askerlik yaparken üniversite mezunu olarak askerlik yapmak ve kız istemede üniversite mezunu olarak karşılarına çıkmaktı. Madem bunu yapacaktım; öyleyse severek okuyabileceğim dil bölümünü seçtim. Şimdi ise okul okumanın tek amacı diploma almak oldu. Yani sadece diploma sahibi olmak için istenmeyen okullara gidiliyor, bu sadece bir zaman kaybı. Kültür olarak diploma önemli ama sadece diploma meslek kazandırmıyor. Tıp doktorluğu, hemşirelik, astsubaylık vb. alanları tenzih ediyorum. Çünkü mesleki teori ve pratik bu eğitimlerde birarada veriliyor. Bu anlamda özellikle ‘Ara’ eleman ihtiyacımızı karşılayan mesleki ve teknik liselere sahip çıkmalıyız. Ben onlara ara değil aslında ‘Ana’ eleman diyorum. Öğrencileri ve ailelerini teşvik etmeliyiz. Bugün gençlerin %80’i işsiz fakat anket sonuçlarına göre mutlular da. Herkes ünlü olmak istiyor. Çobanı türkücü, genci Youtuber olmak peşinde. İnsanlar milyonda bir olacak bir hedefe ulaşmaya çalışıyor. Bunun yerine kendine ve geleceğine yatırım yapmalı. Gençler üniversiteye girdiği gün iş hayatına girmiş gibi davranmalı. Okul bittiğinde rahatlayacağını düşünerek hareket etmek çok büyük bir yanılgı. Çevreyi gözlemlediğinde insan görüyor ki; gerçekler çok uzakta değil. Beşeri sermaye için durmadan çalışmak gerekli ve bir iş çevresi oluşturmak için etkinliklere katılmalı.  Amerika’da 12 yaşında çocuk mutfağa giriyor. ‘Neden?’ diye sorduğumda, ‘yatılı okula gittiğinde kendine bakabilmesi gerek’ diyorlar. Olgunlaşmanın, kendine güvenmenin, başarabilmenin ön şartı deneyim ve tecrübedir.”

Önceki İçerikİpragaz, salgınla mücadelenin tüm kahramanlarını alkışlıyor
Sonraki İçerikCovid-19 döneminde endüstri sektöründe dijital entegrasyon ve Endüstri 4.0