Değer üretimi ve bölüşümü üzerine

Değer üretimi ve bölüşümü üzerine

Günlük hayatımızda olağanlaşan kavramlara baktığımızda ürkütücü gelebilecek sonuçlara ulaşabiliriz. Son yıllarda savaş, ölüm, bombalama, etkisiz hale getirme, suikast, terör, terör örgütü üyeliği, hain saldırı, füze, para, faiz, enflasyon, pahalılık, fenomen…. gibi kavramlar hayatımızın temeline girdi. Hatta politikacılar 3. Dünya Savaşı başladı başlıyor diyerekten hepimizi düşündürüyor. Ne oldu dünyaya böyle?

Anladığım kadarıyla dünya kendi tarihindeki en büyük bölüşüm krizini yaşıyor. Bu krizi müzakereler ile çözemezseniz, soplarla çözmeye başlarsınız. Şu an olan bu. Pandemi sonrası dönemde üretim ve tüketim sarmalındaki kırılmalar, teknolojik rekabetteki yeni dengeler, silah sanayindeki gelişmeler bu bölünmüş dünyayı yeniden ve yeniden bölüyor. 1945 ikinci büyük bölüşüm savaşı sonrası oluşan dengeler 1990 yılında sona erdi. Sonraki dönemde Batı Dünyası (ABD ve AB) öncülüğündeki bu yeni denge aradan 2008 krizi ile önce sarsıldı ardından yeni dengesini aramaya başladı. Henüz bu denge bulunabilmiş değil. Bu dengesizlik hali Afganistan, Libya, Suriye gibi hegemonya dışı ülkelerin hizaya getirilmesi için fiili savaşları başlattı. Fakat uzun vadeli bu savaşlarda Batı istediğini elde edemedi ve dünya dengesizliği daha da arttı. Bu dengesizlik halinin ikinci dalgası Rusya Batı savaşı ile yaşanıyor. Korkulan üçüncü dalga ise Uzak Doğu (Çin) savaşı ile zirve olmasıdır.

Amerikalı birçok iktisatçı son 20 yıldır ciddi uyarılar yapıyorlar. Şirketlerde ve bazı bireylerde (Musk vb.) toplanan muazzam sermaye, ne yapılacak? Bir insan paranın satın alabileceği her şeyi alsa dahi harcayamayacağı boyutta bir paraya sahip olunca nasıl davranır? İşte insan sosyolojisinin bilinmezi karşımızda duruyor. Buna ilk elden üretilen yanıt, Mars’ta yaşam kuracağız oldu. Dünyayı öldüreceğiz ama korkmayın Marsa gidebilirsiniz.

Bölüşüm krizinin bu muazzam büyüklüğü şahsen beni dehşete düşürüyor. Tüm dünya bu nedenle vergi sistemini tekrar ele almaya başladı. Bizde de en çok konuşulan konulardan biri vergide adalet sistemi oldu. Peki işler bizde nasıl gidiyor? Popülist politikalar uğruna atılan adımlar, emeklilik düzenlemesi, vergi sisteminin yükünün çalışanlara ve dolayısı ile nizami çalışan işletmelere yıkıldığını görüyoruz. Bu durum değer üretimini ciddi olarak zora sokuyor. Kendi maaş hesabımı yaptığımda, sağlık vergisi ve gelir vergisi toplam değerin % 45 kadarını yutuyor. Sonra kalan kısımda ise kdv ve ötv gibi ek vergilerle karşılaşıyoruz. Bir AB vatandaşına göre araba alımında 2 kat daha fazla ödeme yapmak zorundayım. Evde zorunlu kullanılan buzdolabı, televizyon, bilgisayar, telefon gibi birçok üründe hem ÖTV, hem de KDV var. Suyumuzdan elektriğimize her şeye KDV ödüyoruz. Toplam kazancımın % 70’lik bir bölümünü vergiye kaptırmak ve % 30 ile yaşamak beni ciddi zorluyor.

Bu sistemin kendi içinde geliştirdiği kur korumalı sistem, üretimi baskılayarak her şeyi finans tablolarına bağladı. İşte kaybımız burada başlıyor diye düşünüyorum. Dünyada iki ekonomik model var. Biri finans diğeri ise üretim temelli planlama var. Dünyada ABD ve Birleşik Krallık dışında tüm ülkeler üretim temelli kararlar ile ekonomilerini yönetirler. Biz finans ile yönetmeye çalışan 3. ülke olduk. Ve benim görüşüm yönetemiyoruz. Piyasadaki ekonomik dengesizlik ve referans noktalarının kaybolmasının temel sebebi budur diye düşünüyorum. Bu arada karşımıza enflasyon çıkıyor. Enflasyon denilen rakam, emtianın kendi değerini realize etmesidir. Siz 100 birimlik değer üretip 100 birimlik para basarsanız enflasyon 0 çıkar. Fakat merkez bankası para ihtiyacını karşılamak için sürekli fazla para basar ise, bu durumda enflasyon ortaya çıkar. Demek ki ülkemizde ödemeler dengesi o kadar bozulmuş ki, karşılığı olmayan para miktarı çok fazla olmuş. Bu durum günlük yaşam koşullarını zorlayan bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumda ülkede adalet, vergide adalet, gelirde adalet sağlamak çok zor bir hale geliyor. Yani yanlış kararların bedelini tüm ülke olarak ödüyoruz. Buna birde içinde bulunduğumuz savaş koşulları eklenirse, kara deliğin büyümesi kaçınılmaz duruyor.

 

Bu noktada bir çıkış önerimiz olabilir. Gözümüzü eğitime, sağlığa, üretime dönerek yeni bir politika belirlemeliyiz. Bizim çıkışımızda önemli bir başlık turizm olabilir. Turizm için barış ülkesi olmalı, gıda güvenliğini sağlamalı, içeride huzurlu bir atmosfer yaratmalıyız. Medeniyet beşiği Anadolu toprakları tüm insanlığın aradığı cevapları kendi tarihinde saklıyor olabilir.

 

Önceki İçerikHT Solar, Türkiye’nin en çok ihracat yapan güneş paneli üreticisi oldu
Sonraki İçerikMustafa Kıran’ı saygı ve özlemle anıyoruz