Kendinizden Yaşça Büyük Hayalleriniz Olsun!
İnsan hayatının sadece başlangıcındaki küçük bir zaman diliminde olmayan, fakat sonrasında baş gösterip ömrünün sonuna kadar onunla birlikte yaşamayı öğrenmek zorunda kaldığı, kronik bir hastalık vardır. Bu hastalığa yakalanmayan veya yakalandıktan sonra, özüne dönüş sayesinde hayallerine tutunarak iyileşebilen eser sayıda şanslı insan vardır. Bu hastalık, ilk bakışta fiziki olarak yaşam konforunu engellememekle birlikte, ilerleyen yaşlarda etkisini arttırarak, hastanın dönemsel nöbetler geçirmesine ve de mental olarak çökmesine sebebiyet verebilmektedir. Durumun ilginç tarafı, hastanın kendisinin dışında kimse bu rahatsızlığının farkına varamayabilir. Hatta bazı vakalarda ise geçici olarak yanlış tanılar konulup, yanlış tedaviler uygulanırken, hasta da ömrünün sonuna kadar hasta olduğunun farkına varamadan yaşamını sürdürebilir.
İnsanın kapitalist arzularının ve fiziksel ihtiyaçlarının beslendiği, duygusal açıdan zayıf zihin bölgesinde sinsi bir şekilde yer eden bu hastalık, genellikle ilköğretim çağında insan beynine bir nakış gibi dokunmaya başlanır. Bu yaşa kadar keşfettiği, gözlemlediği dış dünyası ile kendi devasa iç dünyasını, barışçıl zihin ve duygu platformunda yaşatmayı başarabilen birey, bu dönem sonrasında kendisini hayal kurmaktan alıkoyan dışa dönük dünyasındaki kural ve kısıtlamaların etkisi ve de ağırlığı altında kendi kurduğu hayal dünyasından giderek uzaklaşmaya başlar. Zaman olarak yıllar alan bu süreçte insan, dış dünyasında etkileşim halinde olduğu çevresinden, yeni kısıtlamaları farkında olmadan ve de sürekli olarak öğrenmeye devam ederken, kendi özgün kişiliği ve hayallerini ise benliğinin kara kutusuna saklayıp, zihninin ucra köşesine gömer. Ta ki ; mevzu bahis uzaklık kendini rahatsız etmeye ve hayal kurmayı özlemeye başlayana dek. Bu özlem ile birlikte, uzaklaşmaya başladığı iç dünyasının eksikliğini, uğruna kendisini adadığı dış dünyasında hissetmeye başladığı anda, kriz nöbetleri baş gösterir ve ilköğretim çağından itibaren hastanın zihninde kuluçka kuran mikrobik kısıtlama ve öğretilerin zararları artık gün ışığına çıkmış olur.
Bu hastalığın bildiğimiz hastalıklardan en büyük farkı, yaşam boyu sürecek derecede kronik olabilmesi ve insanı fiziksel değil, zihinsel ve duygusal olarak ölüme sürüklüyor oluşudur. Birey sadece maddi ihtiyaçlar peşinde koşan, hayallerinden ve kendini gerçekleştirme isteğinden yoksun bir kişiliğe bürünür ve buna bağlı olarak bireyin banka hesaplarında sürekli artan mevduatlarına ters orantılı olarak, yaşama sevincinde gözle görülebilir bir düşüş gerçekleşir.
Gayri safi hayali hasılanın azalmasına sebebiyet veren bu tarz vakaları, hayal etme yetisinin kaybına dayalı çoklu yaşama sevinci yetmezliği olarak isimlendiriyorum. Mutlaka ilgili bilim dallarında uzman kişilerin bu konu hakkında kabul görmüş bilimsel tanımlaması vardır. Önemli olan isimlendirmek de değil zaten. Burada önemli nokta, bireyin sosyal bir grup içine girip, keskin kurallarla sınırlandırılmış kavramsal öğrenim hayatına başlamasıyla, eş zamanlı olarak kendine özgü hayalleri ve bunları beslediği iç dünyasından da uzaklaşmaya başlamasıdır. İnsan, hayallerinin zapt edildiği, görüşünü açıklamaktan, hayal kurmaktan, sorgulamaktan, kendini gerçekleştirmek için kendini aramaktan, yaşam amacını aramaktan, sebepsiz yere sevgi beslemekten… Alıkonulduğu her an, kendini bir devriye ekibi tarafından kendi iç dünyasının sınırlarının dışına atılan bir mülteci gibi hissetmeye başlar. Böylece insan aslında yetişkin döneme geçtikçe, tam manasıyla hayalleri uğrunda yaşamayı ve çabalamayı unutan, dış dünyaya karışan sıradan bir kişilik olarak kendi iç dünyasına hasret çeken bir gurbetçi ve kendisine yabancı bir kimlik haline gelir. Adeta vatansız göçmenler gibi…
Oysa insanın hayalleri kendisinden uzun yaşamalı ya da başka bir deyişle insanın kendisinden yaşça büyük hayalleri olmalı. İnsan, hayallerini gerçekleştirmek ve de katma değer üretmek için yaşamalı. İnsan kendini gerçekleştirebilirse, öldükten sonra da gerçekleştirdiği hayalleri ya da onlar sayesinde başka hayatlara hayal ve ilham kaynağı olabilme potansiyeli vasıtasıyla fiziki ömründen uzun yaşayabilir.
Unutmayalım ki;
Dünya üzerinde şu anda hayatımızı kolaylaştıran birçok buluş, önce onların hayalini kuran insanlar tarafından icat edildi. En güzel mimari yapılar, onu önce hayal edip, sonra kağıda döken mimarlar tarafından yapıldı. Olimpiyatlarda altın madalyayı kazananlar, öncesinde o madalyayı hayallerinde ve zihinlerinde zaten defalarca kaldırmışlardı. İş hayatından da bir örnek vermek gerekirse; iyi bir konum ve maddi imkanlarına sahip olmasına rağmen, mevcut işini bırakıp hayallerinin izinden giderek bir garajda tek başına kurduğu şirketin, bugün trilyon dolar değerini geçen Dünya üzerindeki 2. şirket olması da, Jeff Bezos’un hayali olan Amazon’u daha değerli yapmıyor mu sizce?
Bir iş, ancak iki defa yapıldığında gerçek başarıya ulaşılır. Birincisi insanın kendi zihninde, ikincisi ise gerçek hayatta… İşte bu yüzden çocuklarımızın kendilerine doğuştan bahşedilen hayal kurma yetilerini, eleştirmek suretiyle verdiğimiz olumsuz geri beslemelerle köreltmeyelim. Çünkü hayalleri çalınmayan bir çocuğun gelecekte insanlığa ne kadar büyük faydalar sağlayabileceğini hayal dahi edemeyiz.
Yine bu yüzdendir ki; lütfen çocuklarımızın hayallerini çalmayalım, onlara hayal kurmayı öğretelim. Onlara hayatı önce hayallerde yaşamayı, başarılarını önce zihinlerinde kazanmalarını öğretelim. Evimizin salonuna mavi örtü sererek kışın ortasında denizde yüzmeyi hayal eden bir çocuğun, gelecekte başarılı bir turizmci, bir otel sahibi, bir dalış rekortmeni ya da olimpiyat altın madalyası kazanacak başarılı bir yüzücü olamayacağını nasıl iddia edebiliriz? Ya da eve gelen her misafiri kendi odasına alıp, plastik tabaklarla olmayan bir akşam yemeği sunan bir çocuğun Dünya’nın en iyi aşçısı olamayacağını da. Ya kumdan kaleler yapan bir çocuğun başarılı bir mimar olma ihtimaline, terliklerden kale yaparak futbol oynayan bir çocuğun iyi bir futbolcu olabilme ihtimaline, ya da çamaşır sepetinden pota yapıp basketbol oynayan bir çocuğun da başarılı bir basketbolcu olabilme ihtimaline ne dersiniz?…
Tam da bu noktada adı kendi alanlarında başarıları ile anılan kişilere ait çok beğendiğim alıntılarını sizlerle paylaşmak istiyorum;
“En görkemli başarılar, elde kanıt olmadan bir büyük rüyanın peşinde tutkuyla yürüyenlerin yaptıklarıdır.”Mümin Sekman
“Harikulade başarılar ancak içlerindeki bir şeylerin koşulların üzerinde olduğuna inanma cesareti taşıyan insanlar tarafından gerçekleştirilir.”Sweet Marden
“Hayal gücü bilgiden daha değerlidir.”Einstein
İşte bu yüzden hayal kurma konusunda bizlerden çok daha başarılı olan çocuklarımızı, hayal dünyalarından koparmamak için, öncelikle kendi hayal kurma yetilerimizi canlandırmayı ve bu yetilerimizi ömrümüzün sonuna kadar ihmal etmemeyi öğrenmeliyiz. Çıkaralım artık benliğimizin kara kutularından küflenmeye yüz tutmuş hayal kurma becerilerimizi! Hapsettiğimiz olgun bedenlerimizden çıkarmaktan çekinmeyelim, içimizde hiç bir zaman yaşlanmayacak olan çocukluğumuzu! Unutmayalım ki; biz hangi dünyamızı daha çok beslersek, o dünya bizim için daha çok şişmanlayarak hayatımızda daha çok yer kaplayacaktır. Hangisini daha çok beslemek isteriz sizce? Seçim bize ait; bizi hayallerimizden ve kendimizi gerçekleştirme imkanlarımızdan uzaklaştıran dış dünyamızı mı yoksa katma değer üreterek bizi hayallerimize kavuşturup, yaşamda iz bırakma fırsatı tanıyacak iç dünyamızı mı? Bu sorunun cevabı herkesin kendi yaşamı süresince arayacağı bir cevap olacaktır.
Lütfen kendi hayallerinizin peşinden gidin. Ancak o zaman iç dünyanıza hasret bir mülteci hayatı sürmez, yaşadığınızın farkına varabilir ve ancak o zaman kendinizden izler bırakabilirsiniz.
Hayal kurmayı unutmamanız ve de sizden yaşça büyük hayallerinizin olması dileğiyle…